İsrail-Filistin sorunu: 1799'dan günümüze Filistin tarihi

İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İsrail-Filistin savaşında son durum Dünya, Filistinli militan grup Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e yönelik başlattığı saldırıyı konuşuyor. Gazze Şeridi yakınındaki farklı noktalardan İsrail'e giren Filistinli direniş örgütü Hamas, yüzlerce kişiyi öldürdü ve onlarca kişiyi rehin aldı. Peki, İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İşte yıllardır süren gerginliğin geçmişi ve İsrail-Filistin savaşında son durum

İsrail-Filistin sorunu: 1799'dan günümüze Filistin tarihi
15 Kasım 2023 - 08:32

İsrail-Filistin sorunu: 1799'dan günümüze Filistin tarihi

Yüzyılın “çözümü” mümkün mü?

ABD, Filistin sorununun çözümü için ‘yüzyılın anlaşması’ adını verdiği bir öneri üzerinde çalışıyor. Filistin’in başta Kudüs olmak üzere haklarını hiçe sayan çalışma şimdiden tepki çekti. Zaten asıl soru da şu: İki devletli çözüm öneren herhangi bir plan mevcut koşullar altında ne kadar gerçekçi?

İsrail ve Filistinliler arasındaki mücadele dünyada en uzun süren ve patlamaya en yatkın anlaşmazlıklardan birinden kaynaklanıyor. Son 100 yıl Filistinlilere sömürgecilik, sürgün, askeri işgal ve onu izleyen kendi kaderini tayin etme hakkı mücadelesi getirdi. Kayıpları ve acılarına sebep olarak gördükleri bir ulusla bir arada yaşama yolundaki zorlu arayış ise sonuçlanmış değil. Başından itibaren bu sorunun dönüm noktalarını inceledik. İsrail-Filistin uyuşmazlığı, son olarak Mayıs 2020'de Kudüs'te yaşanan gerilimle bir kez daha gündeme geldi.

1799

Fransız General Napolyon Bonaparte, Osmanlı yönetimindeki Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması fikrini ortaya attı.

1879

Birinci Siyonizm Kongresi İsviçre'nin Basel şehrinde toplandı. 1896'da gazeteci Theodor Herzl, ''Der Judenstaat'' yani Yahudi Devleti adlı bir kitap yayınlamıştı ve kongrede bu kitaptaki fikirler tartışıldı. Herzl, Viyana'da yaşayan bir Yahudi'ydi. Yahudiler'in kendi devletini kurmasını savunuyordu ve özellikle Avrupa'daki Yahudi düşmanlığına karşı bu fikri geliştirmişti.

Kongrenin sonunda, Basel Programı yayınlandı. Bu belgede, Filistin'de bir Yahudi vatanının kurulması ve Dünya Siyonizm Teşkilatı'nın bu amaca ulaşmak için faaliyete geçirilmesi öngörülüyordu. 1897'den önce, çok az sayıda Siyonist göçmen zaten bölgeye gelmeye başlamıştı. 1903'e kadar, bunların sayısı 25 bine ulaştı. Çoğu Doğu Avrupa'dan gelmişti. Bölgenin yarım milyona yakın Arap sakiniyle birlikte yaşıyorlardı.

O zamanlar Filistin, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçasıydı. 1904 ila 1914 arasında 40 bin kişilik bir ikinci göçmen dalgası geldi.

Balfour Deklarasyonu

KAYNAK,WIKIPEDIA

Fotoğraf altı yazısı,

Balfour Deklarasyonu

1917 - Değişen dengeler

Birinci Dünya Savaşı sırasında da Filistin ve çevresi Osmanlı idaresindeydi. İngiltere'nin desteklediği Arap güçleri Osmanlı hakimiyetine son verene kadar bu durum sürdü.

İngiltere savaşın sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etti. 25 Nisan 1920'de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere'ye, bölgenin manda idaresi için yetki verildi. Bu değişim döneminde üç söz verildi. 1916'da Mısır'daki İngiliz idarecisi Sir Henry McMahon, Osmanlı'nın Arap illerinde Araplara bağımsızlık sözü vermişti. Bununla beraber galip devletler Fransa ve İngiltere arasında gizlice imzalanan Sykes-Picot Antlaşması, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin'de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.

1917'de, İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Filistin'de Yahudi halkları için bir vatan kurulması sözü verdi. Bu vaat, Siyonistlerin önderlerinden Lord Rothschild'e gönderilen mektupta yer alıyordu. Bu mektup Balfour Deklarasyonu olarak anılıyor.

Balfour Deklarasyonu: İngiltere'nin 1917'deki bildirisi ve 67 kelimeyle Orta Doğu'ya bıraktığı sorunlu miras

1929-1936 Arapların tepkisi

Filistin sorunu

KAYNAK,GETTY IMAGES

1922'de İngiltere'nin düzenlediği bir nüfus sayımı Yahudilerin sayısının, Filistin'deki 750 binlik nüfusun yüzde 11'ine ulaştığını gösteriyordu. Bundan sonraki 15 yılda 300 bin Yahudi daha gelecekti. Siyonistlerle Araplar arasındaki düşmanlık, Ağustos 1929'da kanlı çatışmalara dönüştü. 133 Yahudi, Filistinliler tarafından öldürüldü. İngiltere polisi de 110 Filistinliyi öldürdü.

Arapların tepkileri, 1936'da, geniş çaplı uygulanan genel grevle birlikte sivil itaatsizliğe dönüştü. Zaten o tarihe kadar, militan Siyonist örgüt Irgun Zvai Leumi, Filistin ile şimdiki Ürdün'ü ''kurtarmak'' amacıyla, Filistinli ve İngilizlere ait hedeflere saldırılar düzenlemekteydi. Temmuz 1937'de İngiltere'de, Hindistan'dan sorumlu eski devlet bakanı Lord Peel'in başkanlığındaki bir Kraliyet Komisyonu, bu bölgeyi Yahudi ve Arap devletleri arasında ikiye bölmeyi önerdi.

Yahudi devleti, İngiliz mandasındaki Filistin'in üçte birini kaplayacaktı ve Celile Denizi ile sahildeki düzlükleri içine alacaktı. Filistinli ve Arap temsilciler teklifi reddetti. Göçün durmasını ve azınlık haklarına saygılı bir üniter devlet kurulmasını istediler. Şiddet içeren muhalefet 1938'e kadar sürdü. Ta ki, İngiltere'den gönderilen takviye birlikler tarafından bastırılıncaya dek.

İngiltere mandası altındaki Filistin'e Siyonist proje kapsamında yüzbinlerce Yahudi göç etti. Bu da Arap topluluklarda öfkeye, isyana yol açtı.

1947 - Birleşmiş Milletler devrede

Filistin'i 1920'den beri idare eden İngiltere, Siyonist-Arap sorununu çözme sorumluluğunu 1947'de Birleşmiş Milletler'e devretti. Bölge şiddet olaylarıyla sarsılıyordu. Yahudiler artık nüfusun üçte birini oluşturuyordu. Ama toprakların yüzde 6'sı onların elindeydi.

Avrupa'daki Nazi zulmünden kaçan yüzbinlerce Yahudi'nin buraya ulaşması çözüm arayışını daha da acil hale getirdi. İkinci Dünya Savaşı'nda 6 milyon Yahudi öldürülmüştü. BM'nin kurduğu özel komite, bölgeyi Filistin ve Arap devletleri arasında bölmeyi önerdi. Arap Yüksek Komitesi diye anılan Filistinli temsilciler, teklifi reddederken, Yahudi temsilciler kabul etti.

Paylaşım planı, Filistin'in yüzde 56,47'sini Yahudi devletine, yüzde 43,53'ünü de Arap devletine bırakıyordu. Kudüs ise uluslararası bir idare altında olacaktı. 29 Kasım 1947'de BM Genel Kurulu'nda 33 ülkenin oyuyla plan onaylandı. 13 ülke karşı oy vermiş, 10 ülke de çekimser kalmıştı.

Filistinlilerin reddettiği plan hiç uygulanmadı. İngiltere, 15 Mayıs 1948'de, Filistin'deki manda idaresine son verme niyetini ilan etti ancak bu tarih öncesinde çarpışmalar başladı. İngiltere halkı, askerlerinin ölümü nedeniyle Filistin'de İngiliz varlığına karşı çıkmaya başladı. Ayrıca İngilizler, ABD'nin daha fazla Yahudi mültecinin buraya kabul edilmesi için uyguladığı baskıya öfkeliydi. Bu da Siyonizme Amerikan desteğinin artışının işaretiydi.

Hem Arap hem de Yahudi taraflar, yaklaşan savaş için güçlerini seferber ediyordu. Yahudi milis güçlerinin Arap köylerinde düzenledikleri "temizlik operasyonları" 1948 yılında Aralık ayında başladı.

İsrail

KAYNAK,GETTY IMAGES

1948 - İsrail'in kuruluşu

İsrail Devleti, 2 bin yıldır kurulan ilk Yahudi devletiydi. Tel Aviv'de 14 Mayıs 1948'de saat 16:00'da ilan edildi. Karar, son İngiltere birliklerinin bölgeyi terk ettiği ertesi gün yürürlüğe girdi. Filistinliler, 15 Mayıs'ı "El Nakba" diye anarlar, yani "Felaket" günü.

1948'den beri, İsrail'in ortaya çıkışına verilecek karşılığa önderlik etmek için Arap devletleri arasında rekabet vardı. Bu yüzden Filistinliler olaylara seyirci kalıyordu.

1964'de Kudüs'te kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) hemen ardından Arap devletleri tarafından tanındı. Bu devletler FKÖ'nün esasen kendi kontrollerinde kalmasını istiyordu. Ama Filistinliler gerçekten bağımsız bir örgüt istiyordu ve 1969'da örgütün başkanlığını ele geçiren Yaser Arafat'ın amacı da buydu. Kendisine bağlı, beş yıl önce gizli olarak kurulmuş El Fetih örgütü, İsrail'e karşı operasyonlarıyla ün kazanıyordu. El Fetih savaşçıları, 1968'de Ürdün'de İsrail birliklerine ağır kayıplar verdirdi.

6 gün savaşı

1967 Savaşı

İsrail ve Arap komşuları arasında artan gerginlik, 5 Haziran 1967'de başlayan 6 Gün Savaşları'na yol açtı. Orta Doğu anlaşmazlığının çehresi bu altı günde değişti. İsrail, Mısır'dan Gazze ve Sina Yarımadası'nı, Suriye'den de Golan Tepeleri'ni aldı. Ürdün güçlerini de Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ten çıkardı.

Mısır'ın güçlü hava kuvvetleri, savaşın ilk günü safdışı bırakıldı. İsrail uçakları, daha başlangıçta Mısır hava kuvvetlerini havalanamadan yerle bir etti. Toprak kazanımları İsrail'in kontrolündeki alanı iki katına çıkardı. Zafer, İsrail ve destekçileri için yeni bir güven ve iyimserlik havası yaratıyordu.

BM Güvenlik Konseyi, 242 sayılı kararı aldı. Kararda, savaşla toprak kazanımı reddediliyor, son çarpışmalarda ele geçirdiği yerlerden İsrail'in çekilmesi isteniyordu. BM'ye göre, bu savaşta 500 bin Filistinli daha mülteci haline geldi; Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye'ye göç etti.

1973 Yom Kippur Savaşı

Yom Kippur, yani ''Kefaret Günü'', Yahudilerin en önemli dini bayramı. 1967'deki savaşta kaybettikleri toprakları diplomatik yollardan geri alamayan Mısır ve Suriye, 1973'teki Yom Kippur bayramı sırasında İsrail'e karşı taarruza girişti. Bu çarpışmalar, Ramazan Savaşı diye de anılır. Başlangıçta Mısır ve Suriye, Sina ve Golan Tepeleri'nde ilerleme kaydettiler. Üç hafta süren çarpışmalar sonunda bu durum değişti.

İsrail neticede bazı yerlerde 1967'deki ateşkes hattının da ötesine geçti. İsrail güçleri Golan Tepeleri'ni aşarak Suriye içinde ilerlemeye başladı. Gerçi sonradan bu toprakları bıraktılar. Mısır'da da, İsrail güçleri toprak kazandılar, Süveyş Kanalı'nın batı yakasına geçtiler. ABD, Sovyetler Birliği ve BM, diplomatik müdahelelerle ateşkes anlaşmasına varılmasını sağladı.

Mısır ve Suriye, toplam 8 bin 500 asker kaybetti. İsrail'in can kaybı ise 6 bindi. Savaş sonunda İsrail, askeri, diplomatik ve ekonomik destek açılarından ABD'ye daha da bağımlı hale geldi.

Savaşın hemen ardından Suudi Arabistan, İsrail'i destekleyen ülkelere petrol ambargosu başlattı. Petrol fiyatları bütün dünyada hızla yükselirken küresel nitelikte bir ekonomik kriz başgösterdi ve ambargo Mart 1974'e kadar sürdü. Ekim 1973'te, BM Güvenlik Konseyi, 338 sayılı kararı aldı. Bunda, taraflardan, bir an önce çarpışmaları durdurmaları ve müzakerelere başlamaları isteniyordu.

Filistin

KAYNAK,GETTY IMAGES

1974 Arafat'ın BM'ye ilk gidişi

Arafat liderliğindeki FKÖ ile Ebu Nidal gibi, FKÖ dışındaki Filistinli örgütler, İsrail ve diğer hedeflere karşı 1970'lerde bir dizi eylem düzenledi. Kara Eylül diye de bilinen Ebu Nidal'in örgütü, 1972 Münih Olimpiyatları'ndaki eylemde 11 İsrailli sporcuyu öldürdü. Filistin'in tamamını ''kurtarmak'' için silaha başvuran FKÖ'nün lideri Arafat, bir yandan da BM'de barışçı çözümü savunduğunu anlatan ilk konuşmasını yaptı. Siyonist projeyi kınadı, ama ekledi: ''Bugün bir elimde zeytin dalı, bir elimde kurtuluş savaşı veren birinin silahı var. Zeytin dalını düşürmeyin.''

Bu konuşma, Filistinlilerin uluslararası tanınma çabalarına büyük katkı sağladı. Bir yıl sonra ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan Harold Saunders, Arap-İsrail barışı müzakere edilirken Filistin halkının meşru çıkarlarının da hesaba katılması gerektiğini söylüyordu.

1977 - İsrail'de sağın yükselişi

İsrail'in 1948'de kuruluşunda İrgun ve Lehi gibi radikal grupların katkısı büyüktü. Ama bu örgütlerin mirasçısı Herut (sonradan Likud adını alıyor) Partisi, 1977'ye kadar hiçbir seçim kazanamadı. İsrail siyaseti bu tarihe kadar sol kanattaki İşçi Partisi'nin hakimiyetindeydi. Likud ideolojisi, İsrail idaresinin İngiliz mandasına dahil olan bütün topraklara, yani Ürdün de dahil Kutsal Kitap'ta anlatılan "Büyük İsrail'e" yayılmasını savunuyordu.

Eski İrgun lideri Menahem Begin başkanlığındaki yeni hükümet, Batı Şeria ile Gazze Şeridi'nde yerleşim açmayı hızlandırdı. Amaç 1967'de kazanılan toprakları ileride geri vermemek için gerekçeler sağlamaktı. Tarım Bakanı Ariel Şaron bu faaliyetleri körükledi; Şaron 1981'e kadar yerleşimlerle ilgili bakanlar komisyonunun başındaydı.

1979 - İsrail ve Mısır barışı

Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat 19 Kasım 1977'de İsrail'e uçup Knesset'te, yani parlamentoda konuşma yapınca dünya şaşkına döndü. İsrail'i tanıyan ilk Arap lider Sedat oldu. Yom Kippur Savaşı'nı daha dört yıl önce başlatan da kendisiydi. O savaş nihaî sonucu getirmemişti.

Mısır ve İsrail, 1978'de Camp David anlaşmalarını imzaladı. Metinde Orta Doğu'da barışın çerçevesi çiziliyordu ve buna Filistinlilere sınırlı özerklik verilmesi de dahildi. İkili barış anlaşmasını da Sedat ile Begin Mart 1979'da imzaladılar. Sina yarımadası Mısır'a geri verildi.

İsrail'le kendi başına pazarlığa giriştiği için Mısır, Arap devletleri tarafından boykota uğradı. Enver Sedat 1981'de kendi ordusundaki İslamcı unsurlar tarafından öldürüldü.

1982 - İsrail Lübnan'ı işgal ediyor

İsrail, Lübnan sınırına yakın yerleşim birimlerini saldırılardan korumak amacıyla bu ülkenin güneyine asker soktu. Ama Savunma Bakanı Ariel Şaron orduyu başkent Beyrut'a kadar götürdü; FKÖ'yü bu ülkeden çıkardı.

Sina'daki son İsrail birliklerinin geri çekilmesinin üzerinden daha iki ay bile geçmemişti. Lübnan işgali, Ebu Nidal örgütünün İsrail'in Londra büyükelçisine suikast girişimi üzerine başlatmıştı. İsrail birlikleri Beyrut'a ağustos ayında vardı. Yapılan ateşkes anlaşması uyarınca FKÖ milisleri çekilince, Filistin mülteci kampları savunmasız kalmıştı.

İsrail güçleri 14 Eylül'de Beyrut etrafında birikirken, Hıristiyan Falanj milislerin lideri Beşir Cemayel, başkentteki karargahında bir bombanın patlamasıyla öldü. Ertesi gün İsrail ordusu Batı Beyrut'u işgal etti. 16 Eylül'den 18 Eylül'e kadar, İsrail'le ittifak yapan Falanjistler, Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce Filistinli'yi öldürdü.

Neredeyse bir asırı bulan Orta Doğu mücadelesindeki en katlı katliamlardan biriydi bu. Şaron, savunma bakanlığından başka bir göreve geçmek zorunda kaldı. Çünkü 1983'te İsrail'de yapılan bir soruşturma, onun katliamı önlemek için harekete geçmediğine hüküm vermişti. Sabra ve Şatilla katliamları Ariel Şaron hakkındaki ''savaş suçlusu'' iddialarının kaynağı. Bazı görgü tanıkları, İsrail askerlerinin, Hıristiyan milislerin kamplarda neler yapacağından haberdar olduğunu, hatta olanları izlediğini anlatıyor.

1987-93 İntifada

İsrail işgaline karşı intifada, yani kitlesel ayaklanma Gazze Şeridi'nde başladı; kısa sürede Batı Şeria'ya yayıldı. Protestolar, sivil itaatsizlik şekline büründü. Genel grevler düzenlendi, İsrail ürünleri boykot edildi, duvarlara yazılar yazıldı ve yollarda barikatlar kuruldu. Ama uluslararası ilgi toplayan protesto şekli, ağır silahlarla donanmış İsrail askerlerine taş atan Filistinlilerdi. İsrail ordusu karşılık verdi; çok sayıda Filistinli sivil yaşamını yitirdi. 1993'e kadar süren protestolarda toplam can kaybı bini aştı.

Oslo görüşmeleri

KAYNAK,AFP

1993 - Oslo Barış Süreci

Haziran 1992'de İsrail'de sol kanadın, yani İşçi Partisi'nin iktidara gelmesi çok kuvvetli bir barış sürecini başlattı. Sertlik yanlısı olarak gösterilen Başbakan Yitzak Rabin ile "güvercin" olarak gösterilen Şimon Peres ve Yosi Beilin, Filistinlilerle barışı konuşacak çok uygun bir ekibi oluşturuyordu.

Körfez Savaşı'ndan sonra konumu zayıflayan FKÖ bu barış pazarlığından sonuç almayı umuyordu. Washington'daki ikili görüşmeler tıkanınca İsrail, FKÖ'nün katılımına yönelik itirazını kaldırdı. Daha da önemlisi Dışişleri Bakanı Peres ve yardımcısı Beilin, Norveç'in girişimi olan gizli bir müzakere zemini kurma imkanını inceliyordu.

Washington'daki ikili görüşmelerden sonuç alınamayacağı anlaşılınca gizli Oslo kulvarı 20 Ocak 1993'te açıldı. Norveç'in Sarpsborg kasabasında görülmemiş ilerleme kaydedildi. Filistinliler işgal topraklarından aşamalı çekilmeye başlaması karşılığında İsrail devletini tanımayı kabul ediyordu. Görüşmeler İlkeler Deklarasyonu'nu getirdi. Bu belge Washington'da imzalanırken, Arafat ile Rabin arasındaki tarihi tokalaşmayı 400 milyon insan canlı izledi.

1994 - Filistin Yönetimi'nin kurulması

İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü, İlkeler Deklarasyonu'nun başlangıçta nasıl uygulanacağı konusundaki anlaşmayı Kahire'de 4 Mayıs 1994'te imzaladı.

İsrail, Gazze Şeridi'nin çoğunu terk ediyordu. Sadece Yahudi yerleşimleri ve etraflarındaki arazilerde İsrail varlığı sürecekti. Batı Şeria'da ise Eriha kentini Filistinliler'e bırakıyorlardı. Bu pazarlıklar güçlükle yürütüldü ve Batı Şeria'nın El Halil kentinde düzenlenen bir katliam neredeyse görüşmelerin kesilmesine yol açıyordu.

Tarihi İbrahim Camii'nde sabah namazı kılan Filistinliler'in üzerine makineli tüfekle ateş açan Yahudi yerleşimci Baru Goldstein, 29 kişiyi öldürdükten sonra öldürülmüştü. Anlaşmanın içinde de aşılması gereken zorluklar vardı. Metinde beş yıllık geçiş dönemi içinde İsrail ordusunun geri çekilme aşamaları yer alıyordu. Ama bu aşamalar çok zorlu pazarlıkların sonuç vermesine bağlıydı.

Bunlar Filistin devletinin kuruluşu, Kudüs'ün statüsü, işgal edilmiş topraklardaki Yahudi yerleşimlerinin durumu ve 1948 ile 67 arasında göçe zorlanan 3,5 milyon Filistinli mültecinin ne olacağı gibi konulardı. Barış sürecini eleştirenler 1 Temmuz'da susmuştu. Çünkü Yaser Arafat, Filistin topraklarına bu tarihte geri döndü, coşkulu kalabalık tarafından muzaffer bir eda ile karşılandı. Filistin Kurtuluş Ordusu, İsrail birliklerinin boşalttığı yerlere konuşlandırıldı. Filistin Ulusal İdaresi, yani özerk yönetimin başkanı olarak Yaser Arafat vardı artık. 1996'daki seçim de bunu tescil etti.

1995 - İkinci Oslo ve Rabin suikastı

Filistin yönetimi, Gazze Şeridi'ndeki ilk yılında zorluklarla boğuştu. Filistinli militanların bombalı eylemlerinde onlarca İsrailli öldü. İsrail özerk yönetimin topraklarına giriş çıkışları engelliyor; militanlara suikastlar düzenliyordu. Yeni yerleşim inşaatları da durmadı.

Filistin Özerk Yönetimi kendi toplumunun öfkesini kitlesel gözaltılarla bastırmaya çalıştı. İsrail içinde ise barış sürecine tepkiler sağ kanattan ve dini gruplardan geliyordu. Bu ortam içinde barış görüşmeleri yoğun çaba ile yürütülse de başlangıçta belirlenen takvime yetişilemiyordu. 24 Eylül'de 2. Oslo diye anılan anlaşma Mısır'ın Taba şehrinde ve Washington'da ayrı törenlerle imzalandı.

Bu anlaşma Batı Şeria'yı üçe bölüyordu.

1 - A Bölgesi: Batı Şeria'nın yüzde 7'sini oluşturan bu bölge, Doğu Kudüs ve El Halil haricindeki belli başlı yerleşim merkezlerini tam olarak Filistin idaresine bırakıyor.

2 - B Bölgesi: İsrail ve Filistinlilerin ortak kontrolüne bırakılan bu bölge Batı Şeria'nın yüzde 21'ini oluşturuyor.

3 - C Bölgesi: İsrail bu bölgeyi kontrol altında tutacak, ama aynı zamanda Filistinli tutukluları serbest bırakacaktı.

2. Oslo Anlaşması, Filistinlileri pek heyecanlandırmadı. İsrailli dinciler ise ''Yahudi toprağının'' teslim edilmesine öfkeliydi. Öfke ve tahrik içeren bir kampanyaya hedef olan Başbakan Yitzak Rabin, bir aşırı dinci Yahudi tarafından 4 Kasım'da öldürüldü. Suikast bütün dünyaya şok dalgaları yaydı suikast. "Güvercin" diye nitelendirilen ve bir türlü tamamlanamayan barış sürecinin mimarı Şimon Peres başbakan oldu.

1996-1999 Kilitlenme

1996 yılına girildiğinde anlaşmazlık yine kan dökülmesine yol açıyordu . Hamas örgütü İsrail içinde bir dizi intihar eylemleri düzenledi. İsrail, Lübnan'ı üç hafta süreyle bombaladı. Peres 29 Mayıs'taki seçimlerde, sağcı Binyamin Netanyahu'ya kılpayı yenildi. Netanyahu, Oslo anlaşmalarına karşı çıkıyor, ''güvenlik içinde barış'' tezini işliyordu. Netanyahu işgal topraklarında yerleşim inşaasının dondurulması kararını kaldırarak Arapları öfkelendirdi.

El Aksa Camii'nin altına, arkeolojik amaçlarla bir tünel kazılması için izin verince de, tepkiler daha da şiddetlendi. İsrail mevcut barış sürecini eleştirmesine rağmen ABD'nin artan baskısı sayesinde Ocak 1997'de El Halil şehrinin yüzde 97'sini Filistinliler'e devretti.

ABD'de 23 Ekim 1998'de imzaladığı Wye River Beyannamesi ise, Batı Şeria'dan çekilmenin sürmesini öngörüyordu. Fakat Wye River'ın uygulanmasına ilişkin itirazlar, Ocak 1999'da İsrail'de iktidardaki sağ koalisyonun çökmesine yol açtı. 18 Mayıs'taki seçimlerin galibi İşçi Partili Ehud Barak'tı.

İsraillilerle Araplar arasındaki 100 yıllık kavgayı sona erdirmeyi vaat ediyordu yeni başbakan. Oslo anlaşmalarında öngörülen beş yıllık geçiş süresi, 4 Mayıs 1999'da sona erdi. Ama Yaser Arafat tek yanlı Filistin devleti ilanından vazgeçirildi. Amaç İsrail'deki yeni yönetimle pazarlığa yeniden başlanmasıydı.

2000 - İkinci intifada

Ehud Barak hükümetinin barışa ulaşacağına dair başlangıçta duyulan iyimserliğin temeli olmadığı zamanla anlaşıldı. Yeni bir Wye River sözleşmesi Eylül 1999'da imzalandı. Ama işgal topraklarından çekilme işleminin devam etmesi mümkün olmadı. Çünkü Kudüs'ün durumu, mülteciler, yerleşimler ve sınırlar gibi nihaî statü pazarlıkları sonuçsuz kalmıştı.

Beş yıllık barış süreci sonunda pek bir şey elde edilememesi, Filistin halkında büyük bir bıkkınlık doğurdu. Barak, Suriye ile barışa odaklandı. Bu alanda da başarı yoktu. Barak yine de İsrail'in 21 yıllık Lübnan macerasına son verdi: Mayıs 2000'de İsrail'in Lübnan'dan çekilmesi, dikkatleri Yaser Arafat'a yöneltti.

ABD Başkanı Bill Clinton ile Ehud Barak kademeli barış görüşmeleri yerine, bütün konularda hep birden sonuç almayı amaçlayan nihai pazarlığa girmeye zorlandı. Bu görüşmeler için ABD başkanının yazlığı Camp David seçildi. İki hafta süren görüşmelerde Kudüs'ün statüsü ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakları konusunda bir uzlaşmaya varılamadı. Bunun getirdiği belirsizlik içinde, 28 Eylül'de muhalefetteki Likud Partisi'nin Netanyahu'dan sonraki lideri, yılların sağcı politikacısı Ariel Şaron, Mescid-i Aksa'nın bulunduğu kompleksi ziyaret etti. Bunun çok tahrik edici bir hareket olduğu söylendi. Filistinliler bu ziyareti protesto için gösterilere başladı. Ve gösteriler şimdi El Aksa intifadası diye anılan ayaklanmaya dönüştü.

2002 -2003 Batı Şeria yeniden işgal altında

Bir kaç dalga halinde gelen intihar saldırıları ardından İsrail önce Mart sonra da Haziran aylarında Batı Şeria'nın neredeyse tamamını işgal etti. 2002 yılının büyük bir bölümünde Filistin kentleri sık sık baskına uğradı, birbirleriyle bağlantısı kesildi, kuşatıldı ya da uzun süreler sokağa çıkma yasağı altında kaldı.

Nisan ayında İsrail güçleri Batı Şeria'nın kuzeyindeki Cenin mülteci kampına girip bölgeyi ele geçirdi. Filistinliler, burada bir katliam yapıldığını iddia etti. Kendisi de ağır kayıp veren İsrail ordusu ise örgütlü bir direniş ile karşılaştığını belirterek burada sadece 52 Filistinlinin öldüğü konusunda ısrar etti.

Birleşmiş Milletler'in bu konuda hazırladığı bir rapor, "sivilleri tehlikeyle karşı karşıya bırakan şiddet olayları" dolayısıyla her iki tarafı da suçladı ama ortada bir katliam olmadığı sonucuna ulaştı. Uluslararası Af Örgütü ise İsrail ordusunun Batı Şeria'da Cenin ve Nablus'a düzenlediği operasyonlarda savaş suçu işlediği hükmüne vardı.

Dikkatlerin odaklandığı bir diğer merkez de Beytüllahim oldu. Beytüllahim'deki Mîlad Kilisesi'nde 5 hafta boyunca devam eden kuşatma, Mayıs ayında, kiliseye sığınmış olan çok sayıda Filistinli arasındaki 13 militanın sürgüne gönderilmesiyle sona erdi. İsrailli yetkililer 2002 yılı boyunca Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da düzenlenen operasyonların amacının Filistinlilerin "terör altyapısını" yıkmak olduğunu kaydediyordu.

Ancak hızı kesilmiş de olsa intihar saldırıları yıl boyu devam etti. Üstüste iki yıldır barış süreci durma noktasına gelmişti. Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Avrupa Birliği'nden oluşan, "Dörtlü" Orta Doğu'da çözüme yönelik bir 'yol haritası' ile süreci yeniden canlandırmaya çalıştı.

Yol haritasının yayımlanması, içeriği üzerinde 2002 yılı boyunca devam eden pazarlıklar dolayısıyla gecikti. Belge ancak 2003 yılı Nisan'ında Amerika öncülüğünde Irak'a düzenlenen operasyon sonrasında yayımlandı. Belgenin yayımlanmasına kadar da tüm diplomatik girişimler askıda kaldı. 2003 Haziran'ında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George Bush, Orta Doğu konusundaki siyasetini uzun süredir beklenen bir konuşmayla açıkladı. Bush konuşmasında Filistinlilere 'teröre taviz vermeyen' bir lider belirlemeleri çağrısında bulundu.Filistinli militan grupların yoğun müzakereler ardından Haziran ayında ilan ettiği ateşkes ise ancak 7 hafta süreyle geçerli oldu.

2004 - Yaser Arafat öldü

25 Ekim 2004'te Arafat, hastalandı. Grip teşhisi konulmuştu. Tüm çabalara rağmen Arafat iyileşmiyordu. Paris'teki bir askeri hastaneye götürüldü. Zehirlendiğinden şüpheleniliyordu. Burada Arafat'ı muayene eden doktorlar onun zehirlendiğine dair bir kanıt bulamadıklarını açıkladılar. 3 Kasım'da komaya girdi. 8 gün sonra ise öldüğü açıklandı.

2005 - 2006 İsrail Gazze'den çekiliyor, Hamas seçimleri kazanıyor

İsrail Gazze ve Batı Şeria'nın bir bölümünden çekildi. İsrail, Yahudi yerleşimlerini boşaltıp, askeri araçlarını da Gazze'den çekti. Ancak Gazze'yi denizden, karadan ve havadan abluka altında tutmaya başladı. Filistin'deki genel seçimlerde Hamas, oyların çoğunu aldı.

Eylül 2006'da ise Gazze Şeridi'nde Filistinli gruplar El Fetih ile Hamas arasında çatışmalar başladı. Haziran 2007'ye kadar çatışmalar, ateşkesler ve ulusal birlik arayışlarıyla geçen sancılı sürecin ardından, Mahmud Abbas, Gazze ve Batış Şeria'da olağanüstü hal ilan etti. Geçiş hükümeti kurulmasını isteyip başbakanlık görevini de Selam Fayyad'a verdi, kurulan geçiş hükümetinden Hamas dışlanmıştı.

2008 - 2009 Dökme Kurşun Operasyonu

İsrail'in Gazze Şeridi'nde düzenlediği saldırılarda 22 günde 1.417 kişi hayatını kaybetti; 4.580 kişi de yaralandı. İsrail bu saldırılara 'Dökme Kurşun Operasyonu' adını vermişti. İsrail, askeri harekatın, Filistinli militanların İsrail'in güneyini hedef alan roket saldırılarını durdurmayı amaçladığını açıkladı.

Mavi Marmara

KAYNAK,AFP

Mayıs 2010 - Mavi Marmara

Mayıs 2010'da İsrail askerleri Gazze'ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine baskın yaptı. 10 Türk vatandaşı hayatını kaybederken bu saldırı, Türkiye - İsrail ilişkilerini kopma noktasına getirdi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın da çabalarıyla Türkiye'nin o zaman başbakanı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan özür diledi. İsrail ayrıca Mavi Marmara baskınında hayatını kaybedenler için tazminat ödemeyi kabul etti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir iftar yemeğindeki konuşmasında, İsrail'le yapılan anlaşmadan bahsederken isim vermeden Mavi Marmara yardımını organize eden İHH'yı (İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı) eleştirdi:

"Uluslararası bazda bir adım atıyoruz. Siz kalkıp da Türkiye'den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten oraya gerekli yardımı Gazze'ye bugüne kadar hep yaptık yapıyoruz. Filistin'e yaptık yapıyoruz."

2014 - İsrail'in Gazze'ye saldırıları

İsrail Gazze'ye yönelik 51 gün süren ve kara harekatını da içeren yeni bir saldırı başlattı. Saldırılarda Saldırılarda 530'u çocuk 302'si kadın 2 bin 100'den fazla Filistinli hayatını kaybetti. 10 binden fazla Filistinli de yaralandı. İsrail tarafında ise 64'ü asker 70 İsrailli öldü, 720 İsrailli de yaralandı.

14 Mayıs 2018 - ABD İsrail Büyükelçiliği'nin Kudüs'e taşıdı

ABD'nin Tel Aviv'den Kudüs'e taşıma kararı aldığı İsrail Büyükelçiliği'nin açılışı öncesi İsrail güvenlik güçleri protestoculara ateş açtı ve onlarca Filistinli hayatını kaybetti. Gazze sınırında toplanan on binlerce Filistinlinin protestoları devam ediyor. Açılış töreninde ABD Başkanı Donald Trump'ın video açıklaması gösterildi. Trump "Orta Doğu'da barışı sağlama" hedefine sadık olduklarını söylerken, Batı Şeria'daki Filistin yönetimi, İsrail'i 'Gazze'de katliam yapmakla' suçladı.Presentational grey line

10.10.2023 - 09:07

İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İsrail-Filistin savaşında son durum - 1

Dünya Gazze ve Filistin arasında yaşanan gerilimi konuşuyor. Kuşatma altındaki Gazze Şeridi'ni yöneten Hamas, İsrail'e karşı Aksa Tufanı Operasyonu'nun başladığını duyurdu. İsrail'in farklı noktaları, Gazze'den ateşlenen roketlerle hedef alındı. İsrail Savunma Kuvvetleri, saldırılara karşılık olarak İsrail savaş hali ilan etti.

DÜNYA HABERLERİ

İsrail-Hamas çatışmalarında 4. gün: Gazze'de tam abluka ilan edildi

İsrail-Hamas çatışmalarında 4. gün: Gazze'de tam abluka ilan edildi

İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İsrail-Filistin savaşında son durum - 2

İSRAİL FİLİSTİN SAVAŞINDA SON DURUM

İsrail'in, Hamas ve Filistinli gruplarla çatışması sürerken, Lübnan sınırına yakın bölgelerde de çatışmalara girdiği görülüyor.

İsrail ordusunun, Gazze Şeridi ve Batı Şeria'daki saldırıları sırasında hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısının 143'ü çocuk, 105'i kadın olmak üzere 704'e yükseldiği bildirildi.

İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İsrail-Filistin savaşında son durum - 3

İSRAİL FİLİSTİN SORUNU NASIL BAŞLADI?

Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Filistin topraklarındaki Yahudilerin oranı yüzde 10 iken, bölge demografisi kısa sürede organize bir şekilde değiştirildi. Filistin’e Yahudi göçleri Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, henüz 1880’li yıllardan itibaren artmaya başlamıştı. Zira Filistin’e göç etmenin Yahudiler nezdinde dinî bir boyutu da bulunuyor. Bu göç dalgalarına “yükselmek/yukarı çıkmak” anlamına gelen “Aliyah” adı verilmiştir. 1882-1903 Birinci Aliyah, 1904-1914 İkinci Aliyah, 1919-1923 Üçüncü Aliyah, 1924-1928 Dördüncü Aliyah, 1929-1939 arası dönem ise Beşinci Aliyah olarak nitelendirilmiştir. Bu göçler sayesinde on binlerce Yahudi bu topraklara göç etti. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, 1948-1951 yılları arasında da Filistin’e Yahudi göçleri yoğun şekilde devam etti.

İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İsrail-Filistin savaşında son durum - 4

Göçle gelen Yahudiler, İsrail devletinin kuruluşuna zemin hazırlamak için 1920’de Haganah terör örgütünü, 1931’de de Irgun Z’vai Leumi örgütünü kurdular. Yahudiler ile Filistinliler arasındaki çatışmalar bu süreçte başladı. 1920 Nisan ve 1921 Mayıs aylarında çıkan olaylarda Yahudi ve Araplardan çok sayıda ölen ve yaralanan oldu. 1936’da başlayan olaylar ve grevler ise 1939’a kadar sürdü. 1946’ya gelindiğinde Irgun terör örgütü Kral Davut oteline bombalı saldırı düzenledi. Saldırıda çoğu sivil olmak üzere (41 Arap, 28 İngiliz, 17 Yahudi, 2 Ermeni ile 1 Rus, 1 Mısırlı ve 1 Yunan) toplam 91 kişi hayatını kaybetti.

İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İsrail-Filistin savaşında son durum - 5

Bu kapsamda önemli dönüm noktalarından biri Deyr Yasin katliamıdır. Avraham Stern’in lideri olduğu Lehi (Stern) ile Menahem Begin liderliğindeki Irgun örgütünün militanları tarafından 9 Nisan 1948’de Kudüs’ün batısında yer alan Deyr Yasin köyüne baskın düzenlendi. Bu saldırılar Palmah ve Haganah gibi diğer terör örgütleri tarafından da desteklendi. Bu saldırıda 254 sivil Filistinli katledildi. Ölenler arasında çok sayıda çocuk ve 25 hamile kadın da vardı. Bu süreçte bazı kadınlara tecavüz edilmesi, bazı hamile kadınların karınlarının yarılması ve insanların ağaçlara bağlanarak yakılması gibi hadiseler görgü tanıkları tarafından soruşturmayı yürüten İngilizlere bildirilmiştir. Bu saldırıya bazı Yahudi din adamları da tepki gösterdiler. Saldırının faillerinden olan Menahem Begin’in ise yıllar sonra “Bu eylemi yapmasaydık İsrail olmayacaktı” dediği biliniyor.

İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İsrail-Filistin savaşında son durum - 6

NEKBE GÜNÜ

İsrail devletinin kuruluşunun ertesi günü olan 15 Mayıs Filistinlilerce Nekbe Günü, yani Büyük Felaket olarak adlandırılır. 1948 savaşı sonrasında İsrail işgal ettiği alanları genişletti ve Filistinlilerin bir kısmını zorunlu göçe tabi tuttu. Böylece işkence, tecavüz ve katliam korkusu gibi nedenlerle Filistin topraklarından büyük bir göç başladı. İsrail kaynaklarına göre 500 bin, Araplara göre 900 bin, Birleşmiş Milletler’e (BM) göre ise 726 bin Filistinli göç etmek zorunda kaldı. Bu sayılar o dönemki Filistinlilerin yaklaşık yüzde 65-70’ine tekabül etmekte. Bu dönemde 675 köy ve kasabadan oluşan Filistinli yerleşim yerleri ortadan kaldırıldı. Göç eden Filistinliler mülteci kamplarında zorlu şartlarda hayatta kalma mücadelesi vermek durumunda bırakıldı. BM buna karşı, 1948 tarihli 194 sayılı kararıyla, göç eden Filistinlilerin geri dönmelerine izin verilmesi kararı aldı.

İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İsrail-Filistin savaşında son durum - 7

NASKA SONRASI SÜREÇ

1967 Savaşı’nın başladığı gün olan 5 Haziran ise Filistinliler tarafından Naksa (Gerileme) günü olarak adlandırılıyor. 1967 savaşının sonuçları yeni göç dalgaları ortaya çıkardı. Hatta 1967’de göç edenler bir defa daha göç etmek zorunda kaldılar. Göç eden Filistinlilerin 500 bin civarında olduğu ifade ediliyor. Bu tarihten sonra asıl dikkat çeken husus ise hızla yeni Yahudi yerleşimlerinin inşa edilmesidir. 1967’den günümüze kadar özellikle Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da 250’den fazla yeni yerleşim yeri inşa edildi. Yeni işgal edilen, yeni oluşturulan yerleşim yerlerinde ise yaklaşık 650 bin Yahudi iskân edildi. İsrail’in yeni yerleşim yeri proje ve politikaları da bu kapsamda günümüze kadar sürekliliğini korudu.

İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İsrail-Filistin savaşında son durum - 8

ŞİDDETİN ÖTEKİ YÜZÜ: DUVAR

 

Filistinli sivillere yönelik hem bir şiddet aracı hem bir şiddet sembolü olan bir diğer şey İsrail tarafından Filistinlilerin yaşadıkları bölgelerin etrafına inşa edilen duvardır. Başlangıçta 720 kilometre olarak planlanan duvarın yaklaşık 500 kilometresi tamamlanmış durumda. Duvar Filistin topraklarını yüzde 9,4 oranında daraltmakta; yaklaşık üç milyon Filistinlinin yaşam koşullarını zorlaştırdı.  Bin 200’den fazla sivil Filistinli bu süreçte hayatını kaybetti. 130 binden fazlası yaralandı, 2 bin 500 ev yıkıldı, 20 binden fazla Filistinli ise hapse atıldı.

2000 yılından 2005 yılına kadar devam eden İkinci İntifada döneminde ise 4 bin 412 Filistinli hayatını kaybetti, 48 bin 322 Filistinli yaralandı, binlerce Filistinlinin ise evleri yıkıldı. 

İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı? İsrail-Filistin savaşında son durum - 9

İsrail’in Gazze’ye yönelik 2008 Aralık-2009 Ocak aylarında düzenlediği “Dökme Kurşun” adını verdiği saldırılarda ise 355’i çocuk, 100’ü kadın olmak üzere bin 400 kişi hayatını kaybetmiş, 5 bin 400 Filistinli yaralanmıştı.

8 Kasım 2012’de İsrail güçleri açtığı ateşle futbol oynayan 13 yaşında bir çocuğu öldürdü. Buna bağlı olarak başlayan olaylar sonrasında İsrail “Bulut Sütunu” adı verilen saldırılarını başlattı. Bu kez yarısından fazlası kadın ve çocuklar olmak üzere 167 Filistinli hayatını kaybetti, bin 200’den fazla Filistinli yaralandı. 2014 yılındaki “Koruyucu Hat” adı verilen ve 51 gün süren saldırılarda ise Gazze adeta enkaza dönüştürüldü. Bu saldırılar neticesinde 551’i çocuk 2 bin 158 Filistinli hayatını kaybetti, 11 binden fazla Filistinli yaralandı ve 60 binden fazla Filistinli evsiz kaldı.

Yüzyılın “çözümü” mümkün mü?

ABD, Filistin sorununun çözümü için ‘yüzyılın anlaşması’ adını verdiği bir öneri üzerinde çalışıyor. Filistin’in başta Kudüs olmak üzere haklarını hiçe sayan çalışma şimdiden tepki çekti. Zaten asıl soru da şu: İki devletli çözüm öneren herhangi bir plan mevcut koşullar altında ne kadar gerçekçi?

Yüzyılın “çözümü” mümkün mü?

Kudüs’ün 35 km güneyindeki El-Halil şehri adını Hazreti İbrahim Halilullah’tan alıyor. Halilullah, Allah’ın dostu demek. Şehrin İbranice adı Hebron, kelime anlamı ‘dostun evi’.

Hz. İbrahim’in gömülü olduğuna inanılan mağaranın üzerindeki yapının bir kısmı İbrahim Camii, bir kısmı da sinagog. Yılda bir kere, iki taraf ibadet mekânlarını değiştirir ve bir gün boyunca burayı kullanır.

Günümüzde şehrin bir kısmında Filistin Ulusal Yönetimi’nin sınırlı bir otoritesi var, bir kısmını da İsrail yönetiyor.

Bu ibadethane değiş-tokuşu geleneğinin var olması ve adının anlamı, şehrin birbiriyle dost iki topluluğa ev sahipliği yaptığı anlamına gelmiyor.

Tam tersine, tek otorite altında yaşarken bile, şehir katliamlara ve çatışmalara sahne oldu. Şehrin kime ait olduğu ve asıl haksızlığı kimin kime yaptığı konusunda her iki topluluğun da, kuşaktan kuşağa aktardığı anlatıları var. Bu anlatılarda neyin tarihsel gerçek olduğunun ise bir anlamı yok.

Kim haklı, kim haksız, hakça ve adil çözüm nasıl sağlanır gibi konulardan bile önce, en temel sorunu dillendirmek gerek: Uluslararası toplumun ve anlaşmaların önerdiği, Türk dış politikasının da savunduğu iki devletli çözüm gerçekten mümkün mü?

Şehirdeki çatışma, İsrail 1967’de işgal ettiğinden beri daha da içinden çıkılmaz bir biçimde büyüyor ama artık bir fark var; 2000’li yılların ortalarına kadar, uluslararası medya, El Halil’deki çatışmaları haberleştirmek üzere şehri mesken tutardı. Son zamanlarda ise pek uğradıkları söylenemez, zira konu epeydir uluslararası gündemde öncelikli değil.

Bu topraklarda çatışmanın birden fazla nedeni var. El-Halil de tüm bu nedenleri bir araya getiren, çatışmanın yapısını ve arka plandaki derinliğini açıklayan iyi bir örnek.

Zira Filistin sorunu, birden fazla olgunun bir araya gelerek artık birbirinden ayrı değerlendirilemez ve içinden çıkılamaz bir hal aldığı karmaşık bir mesele.

Bu yüzden, kim haklı, kim haksız, hakça ve adil çözüm nasıl sağlanır gibi konulardan bile önce, en temel sorunu dillendirmek gerek: Uluslararası toplumun ve anlaşmaların önerdiği, Türk dış politikasının da savunduğu iki devletli çözüm gerçekten mümkün mü?

ABD’de Trump yönetimi ve özellikle de Başkan’ın damadı ve başdanışmanı Jared Kushner Filistin sorunun çözümü için ‘yüzyılın anlaşması’ adını verdiği, detaylarını henüz açıklamadığı bir öneri üzerinde çalışıyor. Filistin’in başka Kudüs olmak üzere haklarını hiçe sayan ABD’nin bu çalışması da şimdiden tepki çekti. Zaten asıl soru da şu: Filistin sorununun çözümü için iki devletli çözüm öneren planlar mevcut koşullar altında ne kadar gerçekçi?

Niyet olsa bile, icra edecek politik ortam var mı?

İki devletli çözüm, Filistin Yönetimi’nin Batı Şeria ve Gazze’yi içine alan bir devlet olması ve İsrail devletiyle birlikte var olması için geliştirilmiş bir öneri.

Sorunun ve dolayısıyla çözümün temel üç sac ayağı var: Filistin devletinin sınırları, İsrail’in işgalleri nedeniyle yurdundan olmuş Filistinli mültecilerin ne olacağı ve Kudüs’ün statüsü.

Bugüne kadar bu konularla ilgili onlarca öneri yapıldı. Bunların adil olup olmadığı, kimin haksızlığa uğradığı, çatışmayı gidermek için gerçekten bir niyet olup olmadığı sorusunu bir kenara koyalım çünkü burada başka bir gerçek var:

Niyet olsa bile bunu icra edecek politik ortam kesinlikle yok. Zira tarafların birbirine güveni yok, bu da her türlü uzlaşı ve pazarlık ihtimalini daha en başından ortadan kaldırıyor.

Bunun ötesinde İsrail, Netanyahu yönetiminde, dünyadaki trendi takip ederek günden güne muhafazakârlaşıyor ve ülkede milliyetçilik artıyor. Bir zamanlar yalnızca radikallerin söylemi olarak bilinen, İsrail’de bugün artık neredeyse kalmamış olan barış yanlısı kesimlerin tepkisine neden olan, ‘[eğer bir] Filistin varsa, [o da] Ürdün’dür’ tezi, yani, Batı Şeria’ın değil, ama -Şeria nehrinin öte yakasının- Doğu Şeria’ın asıl Filistin olduğu iddiası hüküm sürüyor. Batı Şeria’daki Filistin’in haklarını hiçe sayan bu tez artık on sene öncesine göre daha çok kişi tarafından kabul ediliyor.

Filistin tarafına baktığımızda ise parçalanmış bir yapı görüyoruz. Bir yanda Fetih örgütünün başını çektiği, birçok Filistinli örgütü şemsiyesi altında toplayan, Ebu Mazen (Mahmud Abbas) sonrasında kimin başa geçeceğini bilemedikleri, Arafat’ın mirası bir siyasi yapı var. Diğer yanda da Hamas yönetimi var.

İsrail, Netanyahu yönetiminde günden güne muhafazakârlaşıyor, ülkede milliyetçilik artıyor. Bir zamanlar yalnızca radikallerin söylemi olarak bilinen ‘Filistin varsa, Ürdün’dür’ tezi, artık neredeyse genel kabul görüyor.

Hamas ve Fetih arasındaki anlaşmazlığın sürekli bozulan ve yeniden kurulan bir uzlaşma olduğunun da altını çizmek gerek. Bütün bu politik katmanlara bir de hem Batı Şeria hem de Gazze’deki aşiretleri ve diğer küçük grupları eklediğinizde,mesele bir sorun yumağı haline geliyor.

Yahudi yerleşimciler ve derinleşen sorun

İsrail’deki önemli bir insan hakları örgütü olan B’tselem, Batı Şeria’da 623 bine yakın Yahudi yerleşimci olduğunu tahmin ediyor. İsrail nüfusu her yıl %2 büyürken, Batı Şeria’daki bu nüfus %3,5 büyüyor.

Yerleşimciler İsrail’in nüfus mücadelesindeki önemli araçlarından birisi. İsrail hükümeti yerleşimcilerin işgal ettikleri Filistin bölgelerinde tehdit ve güvenlik problemi olduğunu iddia ederek, bu bölgelerdeki Filistinlilerin hayatlarını zorlaştırıyor ve kendi kontrol alanını genişletiyor.

Yerleşimcilerin günlük olarak takip edildiği haritalara bakıldığında (http://peacenow.org.il/en/category/settlements) Batı Şeria’nın topraklarının her geçen gün nasıl daha da fazla yutulduğu net olarak görülür.

Nüfus politikalarına ilaveten eğitim de her iki toplumun birbirine karşı sertleşmesinde önemli bir role sahip.

Her iki taraf da eğitim sisteminde “biz ve diğerleri” imgesinin altını sürekli olarak çiziyor. Özellikle İsrail’deki koalisyonlarda eğitim bakanlığının dindar partilerin elinde olması sebebiyle bu durum daha da keskinleşiyor.

Orta Doğu’da zihinlerdeki engelleri yıkmak, fiziksel olanı ortadan kaldırmaktan daha zor olabiliyor. Bu da gelecek nesiller açısından iki devletli çözümün gerçekleşmesi ihtimalini azaltıyor.

Çözümü gerçekten istiyorlar mı?

Çatışma çözümlerinin en önemli adımlarından birisi, tarafların çatışmanın bitmesini gerçekten istiyor olmasıdır. Oysa hem İsrail hem de Filistin çatışmanın getirdiği bazı avantajları kullanıyor.

Mesela İsrail, bu çatışma sayesinde ordusu ve diğer bazı kuruluşları için dikkate değer bağışlar alabiliyor. İsrail ekonomisinin önemli kaynaklarından birisi olan silah endüstrisinin ürünleri de çatışmayla birlikte avantaj kazanıyor. Siber alanda faaliyet gösteren firmaların çoğunun temelinde de İsrail ordusundaki tecrübeler yatıyor.

Tüm bunlara rağmen iki devletli çözüm görüşmeleri, bir kez daha başlarsa, konu üzerine uzun yıllardır yaptığım çalışmalara dayanarak söyleyebilirim ki, şaşırmam. Zira savaş ve çatışma konusunda barış ihtimalini göz ardı etmenin yıkıcı bir etkisi de olduğu muhakkak. Ama engelleri de göz ardı edemeyiz.

Filistin ise farklı ülke ve organizasyonlardan yüklüce miktarda bağış sözü alıyor. Bağışların bir kısmı gelmiyor ya da yolsuzluk koridorlarında kayboluyor ama yine de bu bağışlar, Filistin’in çok da büyük olmayan bütçesinin %80’ini oluşturuyor.

Tüm bunlara rağmen iki devletli çözüm görüşmeleri, bir kez daha başlarsa, konu üzerine uzun yıllardır yaptığım çalışmalara dayanarak söyleyebilirim ki, şaşırmam. Zira savaş ve çatışma konusunda barış ihtimalini göz ardı etmenin yıkıcı bir etkisi de olduğu muhakkak. Ama engelleri de göz ardı edemeyiz.

Çözümün önündeki engeller neler?

Kudüs’ün statüsü, yerleşimlerin ve yerleşimcilerin ne olacağı, Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı gibi büyük meseleleri bir yana bırakalım. Filistin Devleti’nin sınırları söz konusu olduğunda, hava ve deniz sahalarının kullanımı, gümrük meselesi gibi konularda İsrail, Filistin’e özgürlük tanımayacaktır. Deniz ve hava sahasının kullanımı sadece seyahatle ilgili değil, ticaret ve ekonomik bağımsızlık için de gerekli.

Ekonomik bağımsızlığı sağlayabilmenin önemli başka bir adımı da insan sermayesinin eğitilmesidir. Hâlbuki Filistin’deki örgün eğitim kalitesi ve bunun işgücüne dönüştürülmesi oldukça sınırlı.

Ayrıca ideolojik mücadele birçok insanın eğitim sürecini de etkiliyor. Örneğin Batı Şeria’da bulunan Birzeit Üniversitesi, sıcak çatışma ya da büyük bir gösteri olasılığı ortaya çıktığında İsrail’in ilk kapattığı yerlerden birisidir.

Ekonomik bağımsızlık için gerekli olan başka bir unsur da alt yapı. İsrail, yıllardan beri tam bir kolonileştirme mantığıyla, Filistin’in başta enerji olmak üzere, altyapısını da kendisine bağımlı hale getirdi. Sanayileşmesine izin vermedi.

İsrail, yıllardan beri yaptığı gibi, Filistin’in dış ticaretini de sürekli denetim altında tutmak isteyecektir.

Filistin’in önemli ekonomik kaynaklarından birisi de zirai üretim. Özellikle Batı Şeria’da birçok çiftçi, topraklarına erişmek ve üretim yapabilmek için ciddi çaba göstermek zorunda kalıyor (https://youtu.be/mWEBQxyxHcQ) . Hasat, bakım ve sulama gibi en temel işler bile bürokratik izinlerle gerçekleştiriliyor. Birçok Filistinlinin tarım arazisi farklı yöntemlerle yerleşim haline getiriliyor.

Son olarak hem Batı Şeria’nın hem de Gazze’nin yeraltı kaynaklarına erişim hakkı meselesi, özellikle su alanında ciddi bir problem teşkil ediyor.

Temel altyapılarda her iki Filistin bölgesi de İsrail’den ayrılıp kendi ihtiyaçlarını en temel anlamda karşılayabilmeli. Batı Şeria’dan Gazze’ye ulaşımı sağlayacak bir çözümün de inşa edilmesi şart. Böyle bir ayrışmanın İsrailli Arapların durumunu nasıl etkileyeceğini bugünden kestirmekse zor.

Bu devasa düğümde bu yazıda değinilmemiş çok konu var. ABD Başkanı Donald Trump’ın Golan ve Kudüs kararlarıyla altüst olan dengeler bunlardan biri. Filistinlilerin, Kudüs olmadan ikili devlet çözümünün adını bile anmayacağını akılda tutmak gerek.

Bu durumda yapılabilecekler sınırlı ama sonuç olarak şunu söylemek mümkün:

Politik iradelerin tercih seçenekleri sahadaki gerçekliklerle sınırlıdır. Niyet, motivasyon ve güven varsa çözüm inşa edilebilir. Kısıtlamalara rağmen ayakta durabilmek de kapasite meselesidir. Kapasite inşa edilmeden motivasyon yaratmaya çalışmak da, boş heves olmaktan öteye geçmeyecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Temmuz 2019’da yayımlanmıştır.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum